İnsanlık tarihi dediğimiz şey, belki her şey bir aldatmaca ya da oyundan ibarettir. İçinde yaşadığımız evren, bir takım soyut ve somut gerçeklerle çevrilidir. Soyut gerçeklik dediğimiz şeyler vardır. Sosyal Bilimler işte bunlardan birisidir. Özellikle 20.yy ile birlikte hayatlarımıza bütünüyle giren bir gerçekten bahsediyoruz.
Sosyal bilimler; “Toplum olaylarını, insanın sosyal ve kültürel faaliyetlerini inceleyen bilimlerin ortak adı” olarak tanımlanıyor Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde. Peki, Sosyal bilimler gibi bugün milyonlarca insanın hayatını etkileyen bir konuya bu kadar kısa bir tanım getirmek gerçekten hatadır. Biz sosyal bilimler için geniş bir çerçeve çizelim. Sosyal bilimler; “Modern zamanlardaki modern sorunlara çözüm getirmesi için tasarlanan, toplumu, bireyi ve onların bütün yaşam faaliyetlerini, onlara etki ederek inceleyen bilimlerin tamamıdır” diyerek açık, net ve ayrıntılı bir tanım getireceğiz.
Sosyal bilimlerde net doğru yoktur. Her şey görecelidir. Göreceli olarak görülmeyen konular dahî görecelidir. Zaten felsefe gibi bir alanın sosyal bilimler içinde olması da bunun en açık göstergesidir. Hukuk alanı için buna itiraz edenler olabilir. Fakat hukukta da net doğrular yoktur. Sonuçta yasaları yapan yasama kurumudur.(demokrasi ile yönetilen ülkeleri kastediyorum) Matematik, oy sayım sistemlerinde, seçim sürecindeki ekonomik vaat hesaplamalarında, iktidar planlamalarında aktif bir şekilde kullanılırken Siyaset bilimi, bizzat halka doğrudan hitap etme biçimi şeklinde kendini gösterir. Halka gereği gibi hitap edemeyen liderler, matematiksel olarak ne kadar iyi seçim vaatleri kurgulasalar da halka kendini anlatamadıkları için başarısız olurlar.
Sosyal bilimler alanının 19.yy’dan sonra çıktığını görerek, modern bir bilim dalı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Modernite’nin getirdiği her şeyi bir tehlike unsuru olarak görerek ona karşı tedbir almamız gerekir. Modernite’nin icadı eşyaları kullanırken yanmadan ısınmak mecburiyetinde olduğumuzu görmemiz gerekir. İşin burası biraz muğlâktır. Modernizm’in getirdiği eşyalar hayatlarımıza girerken her biri kendine ait ideolojisiyle geliyor. Eşyanın maddi yönünü alıp kullanırken manevi yönünden sakınmak oldukça zor bir meseledir. Bugün bile sokağımıza hangi ideolojilerin ya da hangi zihniyetlerin sahip olduğunu birçoğumuz görmüyor. Konuşurken neyle konuşuyoruz? Hangi dili kullanıyoruz?(buradan kastım yabancı dil değildir) Bunların hepsi birbiri içine geçmiş sorulardır. Sokağımıza sahip olan biz miyiz? Yoksa bizi kendilerinin kullandığı dili kullanmaya iten başkaları mı?
Sokağına aslında kimin sahip olduğunu göremeyen toplumlar, modern zaman içinde yok olmaya mahkûmdur. Fukuyama’nın tezine mi inanacağız? Yoksa kendimize mi? Gerçekten tarihin sonu mu geldi? Yoksa tarih yeniden mi başlayacak?
Genel
01 Ocak 1970 - 00:00
Sokaklarımızda Kimler Dolaşıyor?
Mertcan YOLDAŞ'ın "Sokaklarımızda Kimler Dolaşıyor? " adlı köşe yazısı.
Genel
01 Ocak 1970 - 00:00