Dünya tarihinde ‘Politika’ kavramı icat edildiğinden beri, devletlerin başka devletlerle ilişkilerini düzenleyecek ‘dış politika’ sı da var olmuştur. Siyaset bilimciler iç politika ile dış politika ayrımının ne derece olduğunu hep tartışmışlardır. İç politika dış politikayı etkiler mi? Dış politika iç politikaya yansır mı? Cinsinden sorular küresel politika tarihinde hep olmuştur ve bundan sonra da olacaktır.
Yazımın girişinde politika kavramını böyle açmamın nedeni, dış politika ve iç politika ayrımını yada muhasebesini hep beraber doğru bir şekilde yapabilmemiz içindir. Türkiye son zamanlarda yoğun bir dış politika gündemiyle meşgul olmaktadır. Aslında bu yoğun gündem Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığına gelmesiyle başlamıştı. Çünkü Davutoğlu, çantasında ‘zero problem’ gibi dış politika teorileri ile gelmişti. Davutoğlu gerçek bir dışişler sorumlusuydu. Çünkü bir uluslararası ilişkiler profesörüydü. Uluslararası İlişkilerin doğasına, işleyişine, hukukuna kafa yormuş, teoriler üretmiş, üzerinde sıkı çalışmalar yapmış bir akademisyendi. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olduğu ilk yıllar hiç de kötü geçmemiş, ‘zero problem’ diye ifade ettiğimiz komşularla sıfır sorun politikası gayet başarılı bir şekilde uygulama alanı bulmuştu. Ancak ilerleyen yıllarda patlak veren Arap Baharı olayları ile dış politikada ciddi sancılar geçirmeye başladık. Hatta geçenlerde 11.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bir televizyon programına katılmış ve bunu çok iyi bir şekilde ifade etmişti. Abdullah Gül’ün söylediği şuydu: “İhtiyatla yürüttüğümüz gerçekçi dış politikamız, bir zaman sonra özellikle Ortadoğu olmak üzere genel anlamda gerçekçilik hattından kaymaya başladı. Bundan sonra sıkıntılı süreçler yaşamaya başladık…” İşte Abdullah Gül’ün bahsettiği bu gerçekçilikten uzak dış politika söylemi Arap Baharıyla ortaya çıktı. Arap Baharıyla birlikte birkaç yıl titizlikle yürüttüğümüz komşularla sıfır sorun politikamız iflas bayrağını çekti. Çünkü artık bütün yakın komşularımızla neredeyse savaş halini alır olmuştuk. İran ile Ortadoğu hakkında birçok zaman yaşadığımız görüş ayrılıkları, Yunanistan ve Ermenistan ile tarihimiz boyunca aşamadığımız düşmanlık fikirleri, PKK’ya barınak sağlayan Irak ve Suriye ile yaşadığımız gerilimler bu duruma örnek verilebilir. En son Beşar Esad ile yaşadığımız üst düzey gerginlik hali işin cabası oldu. Aslında Ahmet Davutoğlu dış politika yapıcı olarak Türkiye’ye gelirken, sormamız gereken en önemli soru şuydu: “Hoca güzel teoriler söylüyorsun ama bunların içinde bulunduğumuz ateş çemberi Ortadoğu bölgesinde pratiğe dökülebilirliği ne kadar acaba?” Burası Mezopotamya, burada kan eksik olmaz. Davutoğlu’nun yaşadığı bu süreçte gördüğümüz net bir şey var. Üretilen teoriler, pratiğe dökülürken ne derece gerçekçi olmamız gerektiğidir. Arap Baharı süreci ile birlikte ‘zero problem’ politikamız yerini ‘neo-osmanlıcılık’ yani Osmanlı’nın yeniden, yeni bir anlayışla diriltilmesi politikasına bıraktı. Hal böyle olunca Türkiye Dış Politikası da ciddi bir çıkmaza girdi. Davutoğlunun bugün Başbakan olması bu süreci daha da güçlendirdi. Kabul edelim ki Davutoğlu, iyi bir Dışişleri Bakanlığı yapabilir, yaptı da ama Başbakanlık onun kaldıracağı bir olay değildi. Zaten siyasete zorlamayla giren Davutoğlunun, şimdilerde siyasetin tam da merkezinde yer alması ve bunun içinde istekli gözükmesi şaşılacak bir olay değildir de nedir?
Yaşanan gelişmeler bizlere gösteriyor ki önümüzdeki senelerde de bu hayalci dış politika anlayışımız devam edecek. Böyle bir durumda hiç istemeyeceğimiz olaylarla da karşılaşmak zorunda kalacağız. Şimdiden kendimizi buna hazırlasak iyi olur. Ya rasyonalite yolunu seçip nefes alacağız ya da inatçı bir şekilde akl-ı selimden uzak bir yolla daha büyük çıkmazlara gireceğiz. Dileğimiz, bir an önce bu durumun düzelmesidir. Zaman bize bunu gösterecek.
GÜNDEM
28 Eylül 2015 - 07:15
Dış Politika Çıkmazlarımız
Mertcan YOLDAŞ'ın "Dış Politika Çıkmazlarımız" adlı köşe yazısı.
GÜNDEM
28 Eylül 2015 - 07:15