Geçmişten geleceğe PKK tecrübesizliğimiz

TAKİP ET

Mertcan YOLDAŞ'ın "Geçmişten geleceğe PKK tecrübesizliğimiz" adlı köşe yazısı.

Bu haftaki yazımın konusu sıcak gündem itibariyle zaten PKK idi. PKK ile ilgili çok kapsamlı olmasa da bir araştırma yaptım. Yazıma araştırma notlarımla başlayacaktım ancak Pazar akşamı Dağlıca’da yaşanan gelişmeler, yazıya başlamadan birkaç yorumda bulunmama sebep olacak. Böylesine sıkıntılı süreçlerden geçiyoruz hepimiz. Karşı tarafta bir gerilla hareketi olduğu sürece bu sorunun çözümü çok zor gözüküyor. Ancak sorunlara çözüm üretme amacı olan siyaset kurumunun, sorunlara hiçbir şekilde çözüm teklifi dahi sunamaması içler acısı bir durumdur! Saldırılar sonrası apar topar yapılan güvenlik toplantıları, sorunun çözümüne yönelik hiçbir teklif bile sunamıyor, yapılan bu toplantılar kuru bir kınama ve artık klasik haline gelen ‘gereken yapılacaktır’ sözleriyle sonlandırılıyor! Evet anlıyoruz problem büyük ve sıfırlandırılamaz bir noktadadır ama en azından artık radikal bir çözüm teklifini hak etmektedir! Siyasilere naçizane tavsiyemizdir… Gelelim bu hafta anlatmak istediğimiz ana meselemize. PKK, bu ülkede uzun yıllardan beri terör estirmektedir. Bunları nasıl, niçin, kiminle yapmaktadır? Bütün bu soruların cevabını bulmaya çalışacağız. Önce PKK’yı tanımlamakla başlayalım. PKK, isim olarak Kürdistan İşçi Partisi’nin kısaltılmış şeklidir. Türkiye'de siyasal Kürt hareketi, Demokrat Parti iktidarının sonlarında ortaya çıktı. 27 Mayıs Darbesi'nin ardından kabul edilen 1961 Anayasası'nın yarattığı özgürlük ortamı, 'Doğu Meselesi'ni üzerinde en çok konuşulan konulardan biri haline getirdi. Özgürlükçü ortamda gelişen sol akımlar, o güne kadar meşru siyasi zeminde örgütlenme şansı bulamayan Kürtler için bir fırsat yarattı. Bununla beraber doğudan batıya doğru göç olgusu, bu durumu etkiledi. PKK’nın temellerinin atıldığı dönem, 12 Mart 1971 Muhtırası zamanına dayanır. PKK, ilk kurulduğu yıllarda Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerinde yaşayan vatandaşların Türk ırkından ayrı bir ırk olduğunu, Türk devleti tarafından sömürüldüğünü, dil ve kültürünün asimile edildiğini savunarak, Türkiye’nin doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerini içine alacak şekilde Suriye-İran ve Irak toprakları üzerinde bağımsız bir Kürdistan devleti kurmayı hedeflemekteydi. PKK, Türkiye'deki sol örgütlerin yaklaşımlarına ve çözüm önerilerine bir tepki olarak ortaya çıksa da, Marksist söylemden kopmadı. Ancak örgüt, ilk oluşumundan itibaren önceliğini Kürt ulusal bilincinin oluşturulmasına verdi. Abdullah Öcalan öğrencilik yıllarında ulusal sorunun silahlı mücadeleyle çözülebileceği fikrini savunarak, faaliyet alanını Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine taşıdı. 1978 yılında silahlı eylemler başladı. Öcalan ve arkadaşları, Diyarbakır’ın Lice ilçesi Fis köyünde 27 Kasım 1978’de yaptıkları toplantıyla örgütlenmelerinin ismini PKK olarak belirledi. PKK’nın ilk ses getiren eylemi 1984 yılında oldu. Hakkari’nin Şemdinli ilçesi ile Siirt’in Eruh ilçelerine eş zamanlı baskınlar yapılarak silahlı eylemler başlatılmış oldu. 1999’da Öcalan yakalandıktan sonra, mahkemede verdiği ifadesinde Şemdinli ve Eruh baskınlarının kendi talimatıyla gerçekleştiğini kabul eden Öcalan, eylem kararını 1982 yılında Diyarbakır Cezaevi'nde üç örgüt üyesinin ölüm orucunda hayatını kaybetmesi üzerine verdiğini kaydetti. Örgüt 1986-87 yıllarıyla birlikte eylemlerini yoğunlaştırdı. Bu dönemde özellikle köy baskınları yapan örgüt, böylelikle devlete de bir mesaj vermiş oluyordu. Örgüt otoritesi bölge halkına alternatif devlet mesajı veriyordu. Tabii ki bütün bunlar olurken, PKK’ya komşu ülkelerden gelen destekleri unutmamak lazımdır. Ne zaman ki Türkiye’nin bir komşu ülkeyle sorunu olsa nedendir bilinmez(!) PKK terörü ülkede estirilmeye başlanır. Suriye, Irak, Yunanistan ve Ermenistan’dan destek aldığı bilinen örgüt, zaman zaman da İran’dan destek almaya yönelmiş ve nitekim umduğu desteği de istediği zaman alabilmiştir. 90’lı yıllarda Irak ile Kuveyt arasında yaşanan Körfez Savaşı ise PKK’ya hiç beklemediği bir fırsat doğurmuştur. Körfez Savaşı’nda bölgede oluşan kargaşa ortamından yararlanan PKK, bu dönemde pek çok silah elde etmiştir. O günden bugüne güçlenerek gelen bu örgüt, bazı zamanlarda askeri gücü TSK tarafından kırılmıştır. Ancak vur-kaç taktiğini benimseyen örgüt, bölge ve Türkiye için önemli bir tehdit durumundadır. PKK’nın önemli ölçüde etkiye sahip 4 adet kurucusu vardır. Kurucularını tanımlamak, bu hareketin daha net anlaşılmasının önünü açacaktır. Abdullah Öcalan: 1949 doğumlu Abdullah Öcalan, terör örgütü PKK’nın kurucusu ve lideridir. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olan Öcalan, üniversite yıllarında marksizimle tanıştı ve ondan sonra bu ideolojiyi temel alarak PKK ve KCK yapılanmalarını oluşturdu. 1999 yılında tutuklanan Abdullah Öcalan, yapılan mahkemesi sonucu müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Şuan hala İmralı Cezaevi’nde cezasını çekmektedir. Öcalan yazdığı kitaplarla ve ara sıra hapishaneden Kürt halkına sesleniş mektupları yazmasıyla PKK içinde halen varlığını sürdürmektedir. Örgüte olan etkisi su götürmez bir gerçektir. Murat Karayılan: 1954 doğumlu Murat Karayılan, örgütün Abdullah Öcalan’dan sonraki lideridir. Üniversite’nin Makine bölümü mezunudur. 1979’da PKK’ya katılan Karayılan, dünyada önemli bir uyuşturucu kaçakçısı olarak bilinir. Karayılan’ın, zaman zaman Öcalanla liderlik kavgası ettiği bilinmektedir. Sabri Ok: PKK’nın 1984’deki ilk eylemlerinin planlayıcısı olduğu tahmin ediliyor. Şuan örgütün lideri Karayılan gibi gözükse de Sabri Ok, örgütün gizli lideri durumundadır. PKK içinde ondan onay almadan hiçbir eylem planlanmamaktadır. KCK’nın da en kilit yöneticilerinin başında geliyor. Cemil Bayık: 1955 doğumlu Cemil Bayık, Murat Karayılanla olan liderlik mücadelesiyle bilinmektedir. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ni terk etmiş ve PKK’nın 18 kurucusundan bir olmuştur. Gördüğümüz gibi PKK’nın asıl kadrosu ve hareket dairesi belirli bir tecrübeye sahiptir. Bu kadro, o kadar çok devlet adamı, bürokrat, siyasetçi, iş adamı, aşiret lideri yemiştir ki hesabı belli değildir. Bütün bu tecrübeye karşılık PKK’yı hafife almak ve özellikle bu kadroyu çözüm süreci yoluyla uyutmaya çalışmak boş bir hesaptan öteye geçemez. Gerçek bir çözüm süreci, onu sahiplenecek kadrolar gerektirir ama maalesef T.C Hükümetlerinin hiçbirisinin kadrosu bu çapta bir cesarete sahip olamamıştır. Cumhuriyet tarihinde belki sadece Erdoğan gibi birkaç siyasetçi bu işi yapabilecek yüreğiyle sivrilmişse de bu bir takım işi olduğu için pek başarı sağlanamamıştır. Çözüm sürecini nihayetlendirmek bir kadro işidir. Particilikle bu işler halledilemez. İşte Türkiye’nin yıllardır karşı karşıya olduğu büyük tehlikenin kısa bir fotoğrafı. Umarız herkes üstüne düşeni yapar ve böyle acılar bir daha yaşanmaz. Yazımı bitirirken, pazar akşamı gerçekleşen saldırıda ölen güvenlik güçlerine Allah’tan rahmet diliyor, acılı ailelerine sabır niyaz ediyorum…