Devlet Baba'nın Tehlikeli Yükselişi

TAKİP ET

Mertcan YOLDAŞ'ın "Devlet Baba'nın Tehlikeli Yükselişi" adlı köşe yazısı.

Devletin her daim üzerimizde varlığını hissettirdiği ülkemizde, son zamanlarda hemen her tabakadan, ideolojiden insanımızın halet-i ruhiyesini görünce aklıma Malcolm X’in o meşhur sözleri geliyor: “Gerçekle yüz yüze gelemeyecek kadar vatanseverlikle kör olmamalısınız, yanlış yanlıştır kimin söylediği önemli değil!” diyor Kara İnci. Ben Malcolm’a bir de ekleme yapmak istiyorum: “… doğru da doğrudur kimin söylediği önemli değil!” Son günlerde gerek Güneydoğu’daki olağanüstü durum, gerek birkaç akademisyenin lüzumsuz açıklamaları ile birlikte giderek yükselen bir tansiyon hakim ülke genelinde. Zaten sinirlenmeye elverişli bir coğrafyada yaşayan halkımız böyle olunca daha bir içinden çıkılmaz hale geliyor. Peki, halk tepkisinde her zaman haklı mıdır? Veya bazen gereksiz bir tepki yığınına dönüşebilir mi? Yazıma Malcolm ile başlamam, Vatan-Devlet-Milliyetçilik-Muhafazakarlık-Vatan Toprağı gibi kavramları daha iyi kavrayabilmek açısından önem arzediyor. Özellikle Türkiye halkının bu kavramlara nasıl anlamlar yükledikleri apaçık bir gerçek. Üstad Atasoy Müftüoğlu’nun dediği gibi: “Kimsenin kabul etmek istemediği bir gerçek var, o da en solcumuzdan en İslamcımıza kadar herkesin anlaşılamayacak bir devletçilik mantığına sahip oluşudur…” Türkiye halkının milliyetçi olduğunu biliyoruz. Ancak Milliyetçilikten aslında bağımsız olmayan ama nedendir bilinmez bazılarının (özellikle muhafazakarlar) bundan ayrı tuttuğu bir de Devletçilik var. Üstadın hakkını teslim etmek gerek, gerçekten herkesin gördüğü ama kimsenin itiraf edemediği bir gerçeği çok güzel bir şekilde açıklıyor. Bu toprağın insanının gelenekle sıkıntısı büyük maalesef. Yapılan her açıklamaya verilen tepki, oluşan her olay karşısındaki tutum bu insanın gelenekle bağlantısını ortaya koyuyor. Geleneğe çok fazla bağımlı milletlerde, ki bu tarihsel olarak köklü milletlerde yer alan bir özelliktir, yeni bir gelenekle tanıştığı zaman arada kalma problemi doğuveriyor. İslam Medeniyeti ile sonradan tanışan Türk ve Pers uygarlıklarında tam da böyle bir problem vardır. İki millet de tarihsel olarak köklü ve sosyolojik olarak kendilerine ait bir medeniyet oluşturmuştu İslam’dan önce. Bizim konumuz Türk Medeniyeti olduğu için buradan devam edelim. İslam’la tanışınca iki farklı ve güçlü medeniyet bir araya geldi, bu iki gücün çatışmaması mucize olacaktı. İki medeniyeti bir potada eritme düşüncesiyle Türk-İslam düşüncesi doğdu. Bu düşünce ne kadar sağlıklı? Sağlam bir zemine oturuyor mu? Gibi sorular hiç cevaplanmadı maalesef. İşte Fransız İhtilaliyle birlikte kapımızı çaldığını düşündüğümüz Milliyetçilik Ve Devletçilik fikirleri, aslında bu topluluğun İslam öncesi yaşantısından beridir devam edegelen birşeydi. Tarihte birçok devlet yıkıp devlet kuran bu milletin fertlerinin Devletçi olmaması enteresan olurdu zaten. Son günlerde Muhafazakar çevreden sıklıkla yükselen bir ses var: “Allah bu devlete zevâl vermesin, burası olmazsa biz nereye gideriz?” Aslında bu sözleri duyacağımız en son kişi bir Muhafazakar olmalıydı değil miydi? Ancak konjonktür, hem Muhafazakarları hem İslamcıları öyle bir noktaya getirmiş ki, Mülkün sadece Allah’a ait olduğunu unutmuşlar. Ne yazık ki gereği gibi Allah’a teslim olamayınca insanoğlu, kendine yurt arar durur. Bütün bunlardan sonra sormamız gereken can alıcı soruyu da sormadan yazımızı bitirmeyelim: Bu İslam’la bu Gelenek bağdaşır mı ağalar?