Ahlaksızlığın Toplumu, Toplumun Ahlaksızlığı

TAKİP ET

Mertcan YOLDAŞ'ın "Ahlaksızlığın Toplumu, Toplumun Ahlaksızlığı" adlı köşe yazısı.

Ahlak, kelime anlamı itibariyle TDK sözlüğünde şöyle tanımlanır: “Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre, sağtöre” Her konuda olduğu gibi bu konuda da Türk Dil Kurumu’nun tanımı her zamanki gibi yetersizdir. Ahlak bu kadar kısa tanımı olan bir sözcük olmamalıdır. Ahlak, Arapça “yaratılış” sözcüğünden türer. Yani insanlar bir ahlak üzere yaratılırlar. Ahlaksızlık demek, insanın yaratılış kanunlarına karşı gelmesi demektir. Kimileri Ahlak’ı Etik ile açıklamaya çalışsa da ikisi birbirinden çok farklı kavramlardır. Gerek dil bilimciler gerek sosyologlar tarafından uzun süredir tartışılan Etik-Ahlak konusuna burada hiç girmeyeceğiz. Çünkü bu konu daha detaylı bir başka yazı konusudur. Son zamanlarda ülkece yaşadığımız olaylar bize ahlaksızlığın son deminde olduğunu gösterdi. Ülke çapında art arda yaşanan tecavüz olayları, nasıl bir ülkede yaşadığımızı sorgulatacak cinsten gelişiyor. En son haberlerde gördüğüm bir olay beni dumura uğrattı. Çorum’un bir beldesinde 13 yaşındaki kız çocuğuna öz babası, amcası ve ağabeyi tecavüz ediyor. Daha sonra yapılan incelemelerde küçük kızın öz babası tarafından hamile kaldığı öğreniliyor. Şimdi bu olay karşısında psikoloji, sosyoloji, insan davranış bilimleri vb her ne varsa iflas ediyor. Hayvanlara bile yakıştırılamayacak bu hareketin karşısında bütün sözcükler anlamını yitiriyor. Bir babanın(bilmiyorum baba denir mi?) bu noktaya gelmesi, gerçekten vahim ötesi bir durumu anlatıyor bizlere. Kuran tabiriyle “Belhüm Adal” bir şekle bürünmüş insan zümreleri içimizde dolaşmaktadır. Hayvanların bile kendi aralarında bir ahlak öğretisi varken, içimizde böyle insanların olması insanlık adına üzüntü vericidir. Hâlbuki “Eşref-i Mahlûkat” olarak yaratılan insan, varlıkların en üstünü olmalıydı. Bu olaylar haliyle dünya toplumları içinde ahlaksızlık puanlamasında bizi üst sıralara taşıyan olaylar oluyor. Peki burada, yani bu durumun oluşmasında, suçlu kim? Ahlaksız bir toplumun oluşmasında başrolü üstlenenler kimler? Sorunumuzu tedavi etmek için teşhisi koymamız şarttır. İlk olarak suçun devlet-halk arasında eşit olarak paylaştırılması gerek. Bu durumun oluşmasında biz ne kadar suçluysak, devlet de o kadar suçludur. Sorunun çözümü iki ayaklı gibi duruyor. Birinci ayağı tabii ki eğitim, İkinci ayağı ise adalet sistemi. Haberra’da başka bir köşe yazımda değinmiştim eğitim ve adaletin bir devlet için ne kadar önemli olduğuna. Eğitim ilk önce ailede başlar, daha sonra okulda devam eder. Bu tek taraflı yapılacak bir mesele değildir. Aile içinde de, okullarda da bu tür vakıalar yaşandığı için eğitimin ciddi şekilde, radikal kararlarla reforme edilmesi gerekiyor. Adalet sistemine gelince, orada da en çok görev devlete düşüyor. Bu konuda devletin acil olarak kendini yeni bir forma sokması gerekir. Suçun yeteri kadar ceza görmemesi, suçu işleyenlere veya işleyecek olanlara büyük bir rahatlık sağlar. Devlet, gerektiği zaman en sert yüzünü gösterebilmelidir. Çünkü karşınızda bir insan yok, insan ve hayvan mertebesine erişemeyen canlı türü vardır. Bu konuda AB standartlarına bakılmaması elzemdir. Bunun nedeni, AB’nin toplum yapısıyla bizim toplum yapılarımızın farklı olmasıdır. Avrupa’da bir ceza bir suçluyu caydırabilir. Ancak Türkiye’de caydırmayabilir. Çünkü Avrupalıların kabul ettiği, bizimse kabul etmekte zorlandığımız üzere; Biz bir Doğu ülkesiyiz, bir Batı ülkesi değiliz. Umarım, erdemli bir toplumun sadece teorisini kurabilecek kadar iyi bir ülke olabiliriz. Çünkü pratikte izin vermiyorlar.