11 EYLÜL ANISINA

TAKİP ET

Mertcan YOLDAŞ'ın "11 EYLÜL ANISINA" adlı köşe yazısı.

Geçtiğimiz Cuma günü, Dünya tarih sahnesinin en çarpıcı olaylarından birisinin yıldönümüydü. Global Düzeni sil baştan yenilemeye mecbur bırakan bir gün ve olay; 11 Eylül… 11 Eylül zihinlerimize 2 uçak ve onların çarpmış olduğu ikiz kule olarak kazındı. Ancak olay tabii ki sadece bundan ibaret değildi. Hafızalarımızda tazeliğini koruyan o fotoğraf karesindeki ikiz kule, aslında dünyanın başkenti ABD’nin ekonomi kalesini tasvir ediyordu. 2 Uçak ise 1960’lardan beri varolan ‘Küresel Cihad Teorisi’nin pratiğini canlandırıyordu adeta. 11 Eylül sıradan bir anma yada yıldönüm günü değildir. 11 Eylül, küresel siyasette birçok şeyin anlamını yitirdiğini ve birçok şeyin de anlam kazandığını belgeler nitelikte bir gündür. 11 Eylül’ün mimarı Usame Bin Ladin o günün önemini şu sözlerle ifade ediyor: “ABD’ye mektuplarımızı ulaştıramadık. Biz de uçaklarımızı gönderdik!” Bu sözün muhatabı ABD ise Oğul Bush’un ağzından şu sözlerle taarruza geçiyor: “Bu bir haçlı savaşıdır. Bu savaşta ya ABD’nin yanındasınızdır ya da karşısında..!” Gördüğümüz üzere 11 Eylül, bir daha hiç sönmeyecek olan karşılıklı savaş pratiğini başlatan gün olmuştur. Savaş pratiği diyorum çünkü savaş yüzyıllardan beri teori olarak insan zihinlerinde hep devam etmiştir. 11 Eylül, ABD’nin yenilemeyecek bir güç olmadığını, onun da zaaflarının olduğunu dosta ve düşmana gösteren gün olmuştur. “İnsanın kendini en güçlü hissettiği an, aslında en zayıf anıdır.” Diyor bir düşünür. Bu söz aslında devletlere de uyarlanabilir bir sözdür. Amerika Birleşik Devletleri de gücünün zirvesinde böylesine büyük bir olayla yüz yüze gelmek zorunda kalmıştır. 11 Eylül, ABD ve onun müttefiklerinin Soğuk Savaş zamanı girip darmadağın ettiği, yaklaşık 10.000 insanı katlettiği Afganistandan karşı tepkinin geldiği bir gündür. 11 Eylül, yapıcı değil yıkıcı olan ABD Dış Politikasının iflas bayrağını çektiği gündür. 11 Eylül’den hemen sonra Siyaset Bilimi uzmanları, ABD politikalarını yerden yere vurdu ama Oğul Bush, bir ‘Haçlı Savaşı’ başlatmıştı artık ve önünde kimsenin durmasına da izin vermeyecekti. Bush’un kişiliğiyle birleşen ABD Dış Politikası 11 Eylül’den sonra öncesine göre daha da sertleşti. Oğul Bush’un ilk hedefi, ABD’nin her zamanki hedefi olduğu gibi yine İslam Dünyası olmuştu. ABD, hatayı kendinin bundan önceki yanlış politikalarında aramıyor, faturayı İslam’a kesiyordu. Tabii ya ne de olsa bu bir ‘Haçlı Savaşı’ idi. ABD’nin İslam Dünyası içindeki ilk hedefi de Irak olmuştu. Saddam Hüseyin bahane edilerek Irak’a giriliyor, Diktatör Irak’a Demokrasi(!) getiriliyordu. ABD’nin Irak savaşından sonra ne ABD eski ABD olacaktı ne de Ortadoğu eski Ortadoğu… Tabii değinmeden geçinilmeyecek bir konu daha var o da ABD’nin stratejik ortağı ülkemizin, Irak İşgali sırasında aldığı tavır. Mart tezkeresi olarak anılan Irak tezkeresi TBMM’den yeterli oyu alamadığı halde o zamanki hükümetin Irak İşgaline verdiği destek hepimizce biliniyor. ABD’nin Irak İşgali’nde çıkardığı öldürülmüş, yaralanmış, işkence görmüş, tecavüz edilmiş insan bilançosunu burada ayrıntılı bir şekilde vererek içinizi bulandırmayacağım. Sadece ve sadece bir soru sorarak yazımı noktalayacağım: “Bu insan bilançosunun müsebbibi kim?” ya da başka bir deyişle “Burada dökülen kanlar kimin ellerindedir?”